Aldırmazlık Terapisi

HEYKELLİ PARK / III

Aldırmazlık Terapisi

1.

Ömrünün son aylarında ne kadar dinlense yorgunluğunu atamıyor, ne kadar uyusa uykusunu alamıyordu. Bu duruma nasıl düştüğünü düşündü. Eskiden olsa akşam ne kadar yorgun olursa olsun yatağa uzanır uzanmaz taş gibi uyur, sonra dincelmiş bir bedenle selamlardı günü.
Bazen kalkıp gitsem, doktorlara görünsem, bazı tahliller yaptırsam diye düşünüyordu. Üst üste birikmiş dertler, üst üste birikmiş işler. Hangisinden başlayacağını bilemediği bir sorumluluklar yığını. Alttan bir dosya çekse koca kütüphane başına yıkılacak gibi.
Aslında kütüphane mütüphane de yok ortalıkta. Kütüphane dediği kafasında. Yapılacak işler, çözülecek problemler listesi. Yok ama liste de denemez buna. Liste dediğin düzenli bir şey olur.
İyisi ve doğrusu “her neyse” demek sanırım. O da böyle derdi hep, “Her neyse.”
Yattı. Bacak bacak üstüne attı. Dertlenmeye kalkışmaya cesaret etmeyecek kadar dertliydi çünkü.

2.

Ben yatsam ve uyusam… Bu bir ezginin muharrefiydi sanırım. Uyku uykunun mayasıdır… Bu da bir atasözü olmalı, benim için ana sözü. Anam için muhtemelen ebesözü.
“Gıyşarmak” diye bir fiil hatırlıyorum bir yerden. Yan gelip yatmak anlamında. Yan gelip yatmak bir eylem mi gerçekten yoksa eylem postuna bürünmüş eylemsizlik mi?
Peki saatlerce hiçbir işle meşgul olmadan boş boş oturmak nasıl tanımlanabilir... Çevremde başlıca meşguliyeti boş durmak olan bir yığın var. Onlara böyle boş durmanın iyi bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyorum, nafile. Ha ha ha ha, hi hi hi hi…
Aldırmamaya çalışıyorum sonunda. Belki bu koca bebekler de büyür. Ama çok acı çekmeleri gerek. Acı çekmeden kesseler bu kikirdemeyi belki acı çekmelerine gerek kalmazdı.
Evet, “İlm bir kıyl u kâl imiş ancak” demek için zamanın ilimlerini yalayıp yutmak, en azından ilimden behredar olmak lazım. İnsanın elinin kolunun bağlı olduğunu anlayıp dinginliği ve durağanlığı tercih etmesi için de elini kolunu nereye kadar ve ne kadar hareketlendirebileceğini tecrübe etmesi lazım evvela. Durmak ve hareketsizlik bir tercih olmalı, mecburiyet değil. O zaman durduğu yerde devinir kişioğlu. Bedeni Buda heykeli gibi kaskatıyken bile ruhuyla yıldızlarda gezinir.

3.

Ölüm ne güzeldir, küçük kardeşi bile böyleyse.
İnsan uykuyu sever oysa, ölümdense korkar.

4.

Stresler içinde beklemek yerine yan gelip yatmak belki daha iyidir. Boş durmaya övgü. Boş durmak nedir aslında... Hayatı koşuşturma haline getirerek daha fazla şey yapması mümkün müdür insanın…
Yazın köylülerimi gördüm. Çalışmaktan eline batmış dikenleri ayıklamaya bile fırsat bulamıyordu biri. Mal mülk sahibi olacağım diye gecesini gündüzüne katıyor, güneşin tandırında kavruluyordu diğeri. Dikkat! Pişmek ayrı, yanmak ayrı… Kendilerine ayıracak bir namaz kılımlık günlük dinlenceleri, bir oruç tutacak yıllık dinlenceleri yoktu. Değer mi? Bu koşuşturma niye, böyle koşarak nereye… “Ceylanlar koşar güze ve ölüme…” Avcının tuzağına koşan ceylanlar gibi ölüme koşan kişioğulları gördüm köyümde. Koşarken de acı içindeydiler. Böyle koşmaktansa yan gelip yatsalar daha iyi diye düşündüm. Nereye koşuyorum diye durup düşünemeyecek olduktan sonra koşmaktan fayda ne…

5.

Üç beş yıl oldu sanırım, bir gazetede şimdi hatırlamıyorum hangisi, bir Uzakdoğu ülkesiyle ilgili bir haber okumuştum. Bürokrasi öylesine almış başını gitmiş ki yere bir faks çekmek için bile birkaç yazışma yapıp bir iki gün beklemek gerekiyormuş. Resmi dairelerde kuyruklar uzadıkça uzuyor, insanların saatleri heder olup gidiyormuş sırada beklerken. Sonra birileri bir çeşit terapi geliştirmiş. Böylece sırada bekleyen insanlar streslere girip ülser olmaktan nispeten kurtulabiliyorlarmış.
Bunun âlâsını bir zamanlar ben geliştirmiştim. Seminerlere, konferanslara giderdik bütün öğretmenler mecburen. Nedense hep yarım saat bir saat geç başlardı programlar. Ben de sinir olur, söylenir, o kafayla allame-i cihan gelse bir dirhem istifade edemezdim. Derken yanımda bir kitap taşımaya başladım. Bu bekleme zamanlarının benim okumam için ayrılmış hususi zaman dilimleri olduğunu farz ettim. Müthiş rahatladım.
Şimdi olsa, yanıma kitap almasam da olur. Artık aldırmazlık terapisi için alet edevata ihtiyacım yok. En fazla bir küçük tesbih olur avucumun içinde. Gören oynuyor sanır. Hatta o da olmasın. Bir saat iki saat hiç sızlanmadan ve kimseyle konuşmadan konuşmacıyı bekleyebilir, konuşmacı yaprak bitlerinden bile bahsetse şikâyet etmeden dinleyebilirim.

Boş ve sessiz, öylece otururum salonun koltuğunda. Gören öyle sanır…

(İskele'den)

Yorumlar

Popüler Yayınlar